|
|
 |
|
İSLAM |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
MÜSLÜMAN MIYIZ? MÜSLÜMANLIĞIN NERESİNDEYİZ?
BAKARA SURESİNDEN;
261 - Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, bir tanenin durumu gibidir ki, yedi başak bitirmiş ve her başakta yüz tane var. Allah, dilediğine daha da katlar. Allah'ın rahmeti geniştir. O, her şeyi bilir.
262 - Allah yolunda mallarını infak eden, sonra verdiklerinin arkasından başa kakmayı, gönül incitmeyi uygun görmeyen kimselerin Rableri yanında mükafatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar, üzülmeyeceklerdir.
263 - Bir tatlı dil ve kusurları bağışlamak, arkasından eza ve gönül bulantısı gelecek bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, halimdir, yumuşak davranır.
264 - Ey iman edenler! Sadakalarınızı, başa kakmak, gönül kırmakla boşa gidermeyin. O adam gibi ki, insanlara gösteriş için malını dağıtır da ne Allah'a inanır, ne ahiret gününe. Artık onun hâli, bir kayanın hâline benzer ki, üzerinde biraz toprak varmış, derken şiddetli bir sağnak inmiş de onu yalçın bir kaya halinde bırakıvermiş. Öyle kimseler, kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu doğru yola iletmez.
265 - Allah'ın rızasını aramak, kendilerini veya kendilerinden bir kısmını Allah yolunda sabit kılmak için mallarını Allah yolunda harcayanların hâli ise, bir tepedeki güzel bir bahçenin hâline benzer ki, ona kuvvetli bir sağnak düşmüş de yemişlerini iki kat vermiştir. Böyle bir bahçeye yağmur düşmese bile mutlaka bir çisenti vardır. Allah, yaptıklarınızı görür.
266 - Hiç biriniz ister mi ki, kendisinin hurmalık ve üzümlüklerden bir bahçesi olsun, altında ırmaklar aksın, içinde her türlü ürünü bulunsun da, kendi üzerine de ihtiyarlık çökmüş ve elleri ermez, güçleri yetmez küçük, zayıf çocukları olsun. Derken ona ateşli bir bora isabet ediversin de o bahçe yanıversin. İşte Allah, âyetlerini size böylece açıklıyor. Umulur ki, düşünürsünüz.
267 - Ey iman edenler! İnfakı gerek kazandıklarınızın, gerek sizin için yerden çıkardıklarımızın temizlerinden yapın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olamıyacağınız fenasını vermeye yeltenmeyin. Biliniz ki, Allah sadakalarınıza muhtaç değildir ve hamde layık olandır.
268 - Şeytan sizi fakirlikle korkutup çirkin çirkin şeylere teşvik eder. Allah da lütfundan ve bağışlamasından birtakım vaatlerde bulunuyor. Allah'ın lütfu geniştir. O herşeyi bilendir.
280 - Eğer borçlu darlık içindeyse, ona ödeme kolaylığına kadar bir süre tanıyın. Ve bu gibi borçlulara alacağınızı bağışlayıp sadaka etmeniz eğer bilirseniz sizin için, daha hayırlıdır
EY KENDİNİ MÜSLÜMAN OLARAK NİTELENDİREN İNSAN;
SANA SADECE SON 24 SAATİNİ SORGULAMANI İSTİYORUM.BU SÜREDE NE KADAR İSLAM ÜZERİNE YAŞADIN, ALLAH İÇİN,İSLAM İÇİN,İSLAM ALEMİ İÇİN,YAKINIDAKİ MÜSLÜMANLAR İÇİN, KARDEŞİN İÇİN ANA BABAN İÇİN NE YAPTIN?
NAMAZ KILDIN DEĞİL Mİ? BUNU KENDİN İÇİN YAPTIN. TOPLASAN NE KADAR SÜRE TUTAR?
BELKİ 1 SAAT. PEKİ 23 SAAT NE YAPTIN.
İSLAM SADECE NAMAZ KILMAK ZEKAT(?) VERMEK,ORUÇ TUTMAK DEĞİLDİR Kİ. İSLAM ALLAH'A TESLİM OLMAK, KAYITSIZ VE ŞARTSIZ TESLİM OLMAK DEMEKTİR. BU TESLİMİYET KURAN-I KERİMİN İLK AYETİNDEN SON AYETİNE KADAR OLAN TÜM HÜKÜMLERİ,EMİR VE YASAKLARI İÇERMEZ Mİ?
ALLAH'A TESLİM OLURKEN KİTABLARINA DİYE SÖZ VERMEDİN Mİ. O ZAMAN NEDEN SÖZÜNDE DURMUYORSUN.NEDEN AKLINI KULLANMIYORSUN,NEDEN DÜŞMANIN SİLAHI İLE SİLAHLANMIYORSUN,NEDEN? SEN RAHAT KARNIN TOK HALDE YATARKEN DÜNYANIN DİĞER MÜSLÜMANLARINI NEDEN AKLINA GETİRMİYORSUN?
FİLİSTİNDE, ÇEÇENİSTANDA,AFGANİSTANDA,IRAKTA VE DAHA NİCE YERLERDE KAFİRLERE MUHTAC KALAN MÜSLÜMANLARI AKLINA GETİRMİYORSUN? NASIL RAHAT UYUYORSUN SEN YATAĞINDA FİLİSTİNDEKİ MÜSLÜMANLAR AÇ,AÇIKTA,SUSUZ MUHTAÇ HALİNDEYKEN? NASIL?ALLAHIN HUZURUNA VARDIĞINDA BUNLARIN NASIL HESABINI VERECEKSİN?
SEN DE CENNET İSTEYECEK,ONLAR DA.ACABA PİYANGO KİME VURACAK?
YUKARIDAKİ AYETLERİ BİR TART,DÜŞÜN,İYİCE TEFEKKÜR ET. DAHA BUNU GİBİ YÜZLERCE AYET VAR UYGULAMAMIZ GEREKEN.
|
MÜ'MİN OLMAK
Üniversite de öğrenci iken Ramazan ayın da İzmir'de bir camiide Rahmetli Esad ÇOŞAN ikindi namazında vaaz vermeye başlamıştı;
"Kendi nefsin için istediğini kardeşin için de istemedikçe gerçek bir mü'min olamazsın"
Akşam namazına kadar devam etti vaaz.
Osmanlı İmparatorluğu'nun en güçlü olduğu dönemde batılı seyyahlar (gezginler) Osmanlı Devleti'ni sık sık ziyaret ederek, devleti bu kadar güçlü ve yenilmez kılan noktaları öğrenmek için araştırma yapmaya gelirlermiş.
Bu tür seyahatlerden birinde başkent İstanbul'a ulaşmak üzere yola çıkan bir seyyah grubu Edirne'yi gezerken, kendilerine yardımcı olan rehbere karşılarında duran bir tabelada ne yazdığını sormuşlar. Rehber, hat levhasındakinin Hz. Muhammed'in bir sözü olduğunu ve "Kendi nefsin için istediğini kardeşin için de istemedikçe gerçek bir mü'min olamazsın" yazdığını söyleyince, seyyahlar göz göze gelmişler. Demişler ki; "Bir ülke halkı sadece bu düsturu yerine getirse, cennetvari bir toplum yapısı oluşturmak zaten işten bile değil"
Kısacası, o kadar kanıksıyoruz ki bazen okuduklarımızı ve dinlediklerimizi;
Adet yerine gelsin diye dinliyor ve gereğini de yapıyor gibi davranıyoruz ya çoğu defa
Fakat işin özüne inince ve mesaja derinden kulak verince durum sahiden bambaşka
İnsanlığı kurtaracak hazinenin üzerinde oturup da, durumdan bihaber olmak gibi bir şey aslında bu
Maddiyata değilde Allah(cc)a imanın özü budur.
Sözde değil özde müslümanlık budur.
MÜ'MİN OLMAK
Üniversite de öğrenci iken Ramazan ayın da İzmir'de bir camiide Rahmetli Esad ÇOŞAN ikindi namazında vaaz vermeye başlamıştı;
"Kendi nefsin için istediğini kardeşin için de istemedikçe gerçek bir mü'min olamazsın"
Akşam namazına kadar devam etti vaaz.
Osmanlı İmparatorluğu'nun en güçlü olduğu dönemde batılı seyyahlar (gezginler) Osmanlı Devleti'ni sık sık ziyaret ederek, devleti bu kadar güçlü ve yenilmez kılan noktaları öğrenmek için araştırma yapmaya gelirlermiş.
Bu tür seyahatlerden birinde başkent İstanbul'a ulaşmak üzere yola çıkan bir seyyah grubu Edirne'yi gezerken, kendilerine yardımcı olan rehbere karşılarında duran bir tabelada ne yazdığını sormuşlar. Rehber, hat levhasındakinin Hz. Muhammed'in bir sözü olduğunu ve "Kendi nefsin için istediğini kardeşin için de istemedikçe gerçek bir mü'min olamazsın" yazdığını söyleyince, seyyahlar göz göze gelmişler. Demişler ki; "Bir ülke halkı sadece bu düsturu yerine getirse, cennetvari bir toplum yapısı oluşturmak zaten işten bile değil"
Kısacası, o kadar kanıksıyoruz ki bazen okuduklarımızı ve dinlediklerimizi,
Adet yerine gelsin diye dinliyor ve gereğini de yapıyor gibi davranıyoruz ya çoğu defa.
Fakat işin özüne inince ve mesaja derinden kulak verince durum sahiden bambaşka.
İnsanlığı kurtaracak hazinenin üzerinde oturup da, durumdan bihaber olmak gibi bir şey aslında bu.
Maddiyata değilde Allah(cc)a imanın özü budur.
Sözde değil özde müslümanlık budur.
kandil geceleri
Müslümanlarca kandil geceleri diye bilinen geceler; Rabiulevvel ayının onikinci gecesi olan Mevlid, Recep ayının ilk cuma gecesi olan Regaib, yine Recep ayının yirmiyedinci gecesi olan Mirac, şaban ayının onbeşinci gecesi olan Beraat ve Ramazan ayının yirmi yedinci gecesi olan Kadir Gecesidir. Osmanlılar döneminde II.Selim zamanından başlayarak, minarelerde kandiller yakılarak duyurulup kutlandığı için "Kandil" olarak anılmaya başlamıştır. Yukarıda adı geçen gecelerin hiçbirisini Peygamber Efendimiz kutlamamıştır. Bunlar Peygamberimizden çok zaman sonra kutlanmaya başlamıştır. (Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), c. 24, s. 300)
Fakat kandil gecelerini bizzat organize eden, camilerde mevlid ve dua merasimleri düzenleyen, bu geceler münasebetiyle kutlama mesajları yayınlayan ve halkın kendilini kutlayan da yine Diyanetin kendisi.
Peki bu nasıl oluyor?
Çünkü bu gecelerin kutlanması bir halk geleneği değil; devlet politikası da ondan.
Nedir devlet politikası?
İslamı doğuş tabiatına uygun olarak bir "gerçek hayat dini" olmaktan çıkarıp, "mübarek gün ve geceler dini" haline getirmek..
Gündüzün ortasında, hayatın kalbinde atan bir din olmaktan çıkarıp, el ayak çekilince, hayatın tümüyle uykuya çekildiği gece vakitlerinde hatırlanan bir "tapınak ve ayin" dini haline sokmak.
Çünkü Fransız laiklerin Hristıyanlığa layık gördüğü muamele buydu. Türk laiklerin de İslamiyete layık göreceği muamele de bundan başkası olamazdı.
Peki nedir işin aslı?
Bunu anlamak için, İslama eski dünya dinlerini dönüştüren reformcu özelliği açısından bakmayı bilmek gerekir.
Çünkü İslam, modern dönemde değil; o dinlerin hüküm sürdüğü dönemde doğmuştur. Onlarla kıyas yapılmadan tabiatında neyin yattığı ve karakterinin ne olduğu anlaşılmaz. Bu nedenle İslamı modernitenin alternatifiymiş gibi sunmak ve sürekli onunla kıyaslamak yanlıştır. Olsa olsa modernitenin İslamdan nasıl etkilenerek kiliseye karşı çıktığı konuşulabilir. Çünkü kiliseye asırlar önce İslam karşı çıkmış ve eleştirmişti
***
İslam, eski dünya dinleri tabir ettiğimiz Yahudilik, Hristıyanlık, Mecusilik, Sabilik, Maniheizm vs. tapınak ve ayin dinlerinin hüküm sürdüğü bir dönemde doğmuştur. Yer yer bunların formlarını kullanmakla birlikte bütün bunları dönüştürmüş ve dini, tapınaktan sokağa, bir sınıfın tasallutundan halkın yaşam alanlarına çekmiştir. Böylece din gerçek hayat dini(dinu'l-gayyime) haline gelebilmiştir.
Örneğin miraca eski dünya dinlerinde sadece din adamları, zenginler, tanrı-krallar vs. çıkabilirdi. Merdiven anlamına gelen mirac/mearic onların tekelindeydi. Gerçek hayat dininin peygamberi "Mü'minin miracı namazdır. diyerek bunu sokaktaki adamın tek kişilik eylemine, "Namaz bütün kötülüklerden alıkoyar" ayetini okuyarak da, namazı gündelik hayatın içine çekti. Böylece namaz bir "tapınak ayini" olmaktan çıktı, hayat akışının rasyonel ilişkilerini düzenleyen itici bir motivasyona dönüştü.
Yine eski dünya dinlerinde Tanrıların her yıl dünyayı yeniden yaratması inanışı vardı. Bu güne "Nevruz" demekteydiler. Yenigün anlamına gelen bu günde baştanrı dünyada bir yıl boyunca olup bitecekleri planlar, dünyanın yıllık yeniden yaratılışının kararlarını alırdı. "Şaman" veya "Brahman'lar Tanrının katına çıkarak bunun bilgisine sahip olurlardı. Babil (Tanrının kapısı) ülkesinin kralı, Babil kulesine çıkarak bu bilgiye tanrıdan alır ve insanlara duyururdu. O yıl kimin ölüp kimin yaşayacağı, yılın kurak mı bereketli mi geçeceği, nerede hangi felaketin olacağının bilgileriydi bunlar. Tanrı-kralın kulları da o gün tapınakta toplanarak, Tanrıların kendileri için hayır dilemesini, ömürlerini uzatmasını, zenginlik vermesini, kuraklığa ve felakete maruz bırakmamasını niyaz ederlerdi. Tanrılar bu niyazlara göre icabında o yıl boyunca diledikleri kullarına bunları yazmazdı. (Eliade).
***
Dipdiri yaşam kaynağı ve yarattıkları üzerinde titreyen (hayyu gayyum) Allah, Gerçek hayat kitabı (kitabun gayyime) olan Kur'an'da bu inanışı kökten değiştirerek şöyle buyurdu:
"her gün yeni bir iş ve oluştadır" (55/Rahman, 29).
Böylece yaratılış yıllık olmaktan çıktı; değil aylığa, haftalığa hatta günlüğe, çekildi.
Çünkü "O her gün bir iş ve oluştadır" ifadesi varlık âlemindeki ;sürekli yaratmaya işaret etmektedir. Ayette geçen yevm kelimesi gün içinde, gün boyunca, böyle böyle her gün, her an manasında kullanıldığına göre (Razi) bütün iş ve oluş un yaratması olmuş olur.
Demek ki Allah bu yaratmaya varlığı katmakta, varlıkların kendi eylemleri, iş ve oluşları yaratmanın bir parçası olarak ele alınmaktadır."Denizlerde dağ gibi yüzen gemiler nundur"(55/24) ayetinde de işaret edildiği gibi, gemileri yapan, yürüten aslında insanlar olmasına rağmen O'na nisbet edilmektedir. Keza çocuğu erkek ve dişinin iş ve oluşu meydana getirmesine rağmen Size çocuk veren, rahîmlerde yaratan O'dur denmektedir. Bedir günü düşmanın üzerine ok atan veya toprak saçan peygamber olmasına rağmen "Attığında atan sen değildin, Bizdik atan"denmektedir.
Bunların anlamı şu olsa gerek: Allah varlığı -burada insanı- yaratmaya katmaktadır. Hepsinin birden yaptığı işe "yaratma" demektedir. Gün boyunca insanların sağa sola koşturması; kiminin doğması, kiminin ölmesi, kiminin yolculuk yapması, kiminin parkta oturması, bir trenin kasabadan geçmesi, havaalanlarından uçakların kalkması, inmesi, suların akması, yağmurun yağması, şelâlenin çağıldaması, ağaç yapraklarının hışırdaması, yerde yılanın sürünmesi, gökte kartalın uçması, şimşeğin çakması, yıldırımın düşmesi, göçmen kuşların dizi dizi göçmesi, çobanın sürüsüyle dağlarda gezmesi, koyunların ağıllardan su içmesi vs. bütün tarihî, tabiî ve insanî iş ve oluş şe'n kavramının içine girmektedir.
Allah'ın her an iş ve oluşta olması insanlara rağmen olmadığı gibi, insanların iş ve oluşta olması da Allah'a rağmen olmamaktadır. Bilakis birlikte olmaktadır. Deniz ile balıkların birlikte iş ve oluş halinde olması gibi Burada bütün varlık ve oluşun tek bir kelimede toplanarak ifadesi söz konusudur. O tek kelime "Allah'tır. Ve o Allah her an bir iş ve oluştadır"
"Bir zerredir ki Hakk'ın sonsuz zerresi
Bir zerre bile ondan kopamaz ayrılarak
Gece ve gündüz bu evrensel sofradan
Her can rızkın almada ortaklaşarak
Rahat ve asude bir döşektir canlılara hep
Bir alevli top üzerinde lâkayt ve endişeden uzak
Asıl maksat ezeli hükmü bulmasıdır varlığın
Görünüşteki sevap ve hata hep bahanedir
Oluşun her zerresi bunda bulur hayat neşesini
Yaratılan her şey bundan çeker ölüm içkisini..
(Ziya Paşa)
***
Demek ki yaratılış yıllık, aylık, haftalık veya günlük planlanmadığı için, her an bir iş ve oluş (şe'n) söz konusu olduğu için, iş ve oluşlar da insanların eylemleriyle birlikte oluştuğu için, bu iş ve oluşların planlandığı bir gün veya gece (Ör. Beraat gecesi) de söz konusu değildir.
Dolayısıyla bu gün ve gecelerde toplanıp hakkımızda hayırlı olanın yazılmasını isteme diye bir şey de mevzubahis değildir. Hakkımızda hayırlı olan, bu gecelerde değil; doğrudan hayatın içinde gerçekleştireceğimiz iş ve oluşlarda ortaya çıkacak ve belirlenecektir. Buna biz kendimiz karar vereceğiz. Kur'an şöyle der; "Kaderiniz kendi elinizdedir" (36/Yasin, 19). "Herkesin kaderi kendi boynuna dolanmıştır" (17 İsra, 13"
***
Hz. Peygamber ve sahabeler bunun bilincinde oldukları için hiçbir "kandil gecesinde"bir araya gelip toplantı düzenlememiş ve merasim yapmamıştır. Çünkü bunlar artık eski dünya dinleri ile birlikte eski çağlarda kalmıştı.
Fakat sonraki yüzyıllarda eski dünya dinlerinin adet ve inanışlarının, gerçek hayat dininin üzerine iyiden iyiye abandığını, çullandığını ve kuşatarak ne yazık ki onu gerilettiğini görüyoruz. İslamın dini dünyaya getirdiği reform bu yüzden ne yazık ki unutulmuş ve tekrar eskiye dönülmüştür. Cemaleddin Efgani'nin dediği gibi "Hiçbir peygamber yoktur ki getirdiği din kendisinden sonra ters yüz edilmemiş olsun"
***
Şurası unutulmamalı ki İslamın gerçek haylat dini olarak algılanması, hayata hükmedenleri rahatsız edecek bir durumdur.
Bunun için böyle bir dinin halkların vicdanıolmaktan çıkarılıp halkların afyonu haline getirilmesi gerekir.
Gündüzden kovulup gecelere hapsedilmesi gerekir.
Sokaktan çekilip tapınağa hapsedilmesi gerekir.
İbadet(çalışma, üretme, meydana getirme) olmaktan çıkarılıp ayin haline sokulması gerekir.
Amel (çaba, uğraş, eylem, hareket) olmaktan çıkarılıp ritüel haline dönüştürülmesi gerekir.
Gündüzün gerçek hayat mecralarında akan iyilik, adalet, zulme ve haksızlığa isyan, sözün namusu, doğruluk, dürüstlük, vefa, sevgi, merhamet ve cihat yolu olarak değil; insanların, o da gecelerde dua, yakarış, kandil, ayin, tütsü, sır ve tılsım ihtiyacını karşılayan bir sosyolojik fenomen olarak görülmesi gerekir. Zaten din denilen şey esasında budur ve devlet ona bundan başka bir rol de vermemelidir.
Bunun için kandil geceleri bir halk geleneği değil; devlet politikasıdır. Arkasından devlet çekildiği an kimse hatırlamaz bile.
Müslüman milletlerin halk geleneği kandil gecelerinde değil; peygamberden geldiği şekliyle namazlarda, cumada, ramazanda, bayram günlerinde ve hac da yaşıyor. Bunların hepsi de (akşam ve yatsı hariç) hayatın kalbinin attığı yerde; gündüzün orta yerinde gerçekleşiyor. Sizce bu bir tesadüf mü?
Kur'an'da hep gündüze, şafağa, tanyerine yemin edilir yani dile gelip konuşmaya çağrılır. Gece doğan yıldız (tarık), geceyi yararak doğan şafak (fecr), aydınlık saçan güneş (şems), aydınlık sabah (duha), geceyi yararak doğan tanyeri (felaq) Geceye yemin edilirken bile Gündüze yürüyen gece (vel-leyli iza yesr) denir. "Gece yarılarında kalk çünkü gündüz seni zorlu bir uğraş bekliyor" denir. Karanlığa boğan gecenin (leyl) ardından hemen aydınlığa çıkaran gündüz vurgusu yapılır.
Çünkü İslam esas olarak bir gündüz dinidir. Yani çalışma, hareket ve yaşam dinidir. Gece sadece gündüzü iyi geçirmek için bir dinleme ve hazırlıktır. Geceyi gündüzden, gündüzü geceden ayıramazsınız. Hele gündüzü iptal edip her şeyi geceye hiç hapsedemezsiniz. O zaman gerçek hayat dinini kandil (gece) dini haline getirmiş olursunuz
O zaman siz geceleri dua edip huzur içinde uyurken, bütün dini enerjinizi geceye hasrederken, gündüzleri topraklarınız işgal edilir, hazinelerinize el konur haberiniz bile olmaz.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
Facebook beğen |
|
|
|
Bugün 2 ziyaretçi (5 klik) kişi burdaydı! |